-İslam anlayışı, kadın ve erkeği insan olma vasıfları açısından birbirinden üstün görmemiştir. Yalnız ve yalnızca ilim ve takva yönünden kadınla erkeğin birbirlerine üstün gelebilecekleri ayetlerle sabit kılınmıştır.
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de "Allah katında en üstün olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır" buyurmaktadır. İslam'da erkek ya da kadın yalnızca cinsiyetleriyle değer kazanmıyor, her iki cinse değer kazandıran veya kaybettiren ilmiyle ulaşacağı ameli ve ahlâkıdır. Bu ölçüyle İslam, kadın ve erkeği yalnız "insan" olma vasfı açısından eşit kabul etmiştir. Ve İslam bu anlayışla ilmi insana vermiştir. Kur'an'ın birçok ayeti, insanlığı ilim öğrenmeye çağırdı. Zümer Sûresi'nin 9. ayetinde "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyerek bilenlerin her zaman bilmeyenlerden daha üstün olduklarını akıl sahiplerine duyurdu. "Ve de ki, Rabbim ilmimi artır" (Taha 114). "Allah sadece alim kullarına karşı saygı duyar" diyerek ilim öğreneni övdü, Allah'ı bileni alim, bilmeyeni cahil kabul etti.
Peygamberimiz(s.a.v.)'in de bize kadar ulaşan birçok hadislerinde kullarını ilim öğrenmeye teşvik ettiğini, öğrenmeyeni uyardığını ve öğrenmek isteyenlere yardımcı olduğunu görüyoruz. Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz(s.a.v.) şöyle demektedir: "Kim ilim elde etmek için bir yola girip yürürse Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır." Enes (r.a.)'in naklettiği hadis ise şöyle: "Kim ilim elde etmeyi arzulayarak (yola) çıkarsa dönünceye kadar o Allah yolundadır." Tüm bunlar gösteriyor ki, "Kur'an ve ilim tahsil etmek her Müslüman'a farzdır" diyen Peygamberimiz(s.a.v.), kadın-erkek diye bir ayrım yapmamıştır. İlim öğrenmekle kadın da, erkek de görevlendirilmiştir.
Kadının ilim öğrenmesi ile ilgili olarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Yrd. Doç. Dr. Ali Akyüz, İslâm toplumunun modelinin Asr-ı Saadet modeli olduğunu ve kadının da bu model içerisinde ele alınması gerektiğini vurguluyor. Kadının ilim öğrenmesinin de bu modelden ayrı düşünülerek değerlendirilmesinin büyük hata olacağını belirterek konuya şöyle açıklık getiriyor:
"Peygamberimiz (s.a.v.) bayanlara bir gününü ilim öğretmek için özel olarak ayırmışken ve biz bugünkü sahip olduğumuz ilimlerin hepsini Peygamberimiz'in eşlerinden öğrenmişken, Âsr-ı Saadet modelinde kadın-erkek ayırımı gözetilerek, kadın ilim öğrenmek ve öğretmekten mahrum bırakılmıştır" diyemeyiz. İslâm literdtüründeki fazilet hiyerarşisinde bile kadın-erkek ayrımına gidilmemiştir. Bu hiyerarşide en üstün 4 büyük melek, sonra peygamberler, insanlar ve en son meleklerdir. Gerçek kimliğini bulmuş gerçek Müslümanlar'ın önce erkek ya da önce kadın diye bir sıralanması sözkonusu değildir. Kadın-erkek üstünlüğü fazilet yarışıdır. Zaman zaman kadını önde görürsün, örneğin Hz. Aişe gibi, Hz. Fatıma gibi, zaman zaman erkeği önde görürsün. Asr-ı Saadet döneminden sonra kadın ilim öğrenme ve öğretme bazında bu fazilet yarışından uzaklaştırılmış veya kopmuş, erkeğin daha çok bu alanda ön plana çıktığı görülmüştür."
Kadının ilim öğrenen ve öğreten bir kişi olarak benimsenmesi gerektiğini söyleyen Akyüz, kadının bu vasfıyla ve gerçekte sahip olduğu İslâmî kimliği ile olması gereken her yerde bulunabileceğini vurgulayarak konunun temel noktasını şöyle açıklıyor:
"Kadın, fizik, kimya ya da diğer bilim dallarında sadece bunlarla uğraşan bir kişi olarak değil, gerçekte İslâmî kimliğini de taşıyarak olması gereken her yerde olmalıdır. Kadın, bir Müslüman'ın gerçek hayatını farklı yorumlaması olan üç ana noktadan kainatı anlamaya ve uygulamaya çalışmalıdır. 1'incisi inanç bazında, 2'incisi amel bazında, 3'üncüsü ise ahlâk bazında kainatı kavrar, yaşamda olanı İslâmî alanda anlar ve İslâmî olanı uygular. İşte bu üç yorumlama ile Asr-ı Saadet'te kadın, olması gereken heryerde vardı. Şiir, hukuk ve savaş alanlarında vardı. Asr-ı Saadet kadını kendi kimliğinden taviz vermeden, kendi kimliği ile ilgili olan her yerde yerini almıştır. İşte günümüz kadını da kadın olmanın verdiği gururla ve bu İslâmî anlayışla toplumun her yerinde olmalı fakat bu her yerde olma amacından önce, kendi yaratılışını, kendi içine sindirmiş olduğu inançları önde gelmelidir. Kadının ilim öğrenmedeki gerçek konumunun, zaman zaman siyasal, toplumsal ve tarihsel değişimler sonucu farklı değerlendirmelerin ortaya çıktığını belirten Akyüz, günümüzde de aynı problemlerle ortaya çıkmasını şöyle açıklıyor: "Bugün bir kadın veya Müslüman'ın sahip olduğu vasıfları ortaya çıkaramayışının ve bunu tam olarak İslâmî kimliği ile gerçek hayata geçiremeyişinin tek sebebi İslâm'ın ya da Müslüman olmanın sorunundan değil, sistemin içerisindeki zaman zaman değişimlere uğrayan yapısal karmaşıklığından kaynaklanmaktadır. Tüm bu farklılıkların olması kadınların gerçek hayatta ilim öğrenmesindeki önemini azaltmaz veya kadının dinini, ilmini öğrenmede ve öğretmede büyük önemi olduğu gerçeğini değiştirmez. Toplumun ciddi unsuru olan kadını, toplum dışına itmek ya da toplum içerisinde gerçek kimliğinden uzaklaştırarak ona gerçek yerini vermemek toplumu da yok etmek demektir."Sonuç olarak kısaca diyebiliriz ki; ilim öğrenmede erkekten ayrı görülmeyen kadın, fonksiyonel olarak da ilmini yayabileceği alanlardan da uzak tutulmamıştır. İslâmiyet, bu konuda kadının görev alacağı istihdam alanlarının birçok hükmüne sadık kalmak şartıyla belirlenmesine açık kapı bırakmıştır. Cahillikten kurtarılarak, şerefli ve yüksek ilim-irfan sahibi vasfına kadın İslâmiyet'le kavuşmuş ve hiçbir zorlayıcı hükümlerle karşılaşmadan İslâmiyet'te layık olduğu yerini almıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder