28 Ocak 2011 Cuma

Kendinizi savaşın endişesine salıvermeyin

Ölenleri, yaralananları, füzeleri, bombaları görüp üzülmemek elde değil. Duyarlılık, insanı insan yapan özelliklerden biri zaten. Ama bu durum sizi strese ve sıkıntıya sokmasın. Üzülün; ama yapmanız gerekenleri ihmal etmeyin. O insanlara yapabileceğiniz şeyleri göz ardı etmeyin.

Hepimiz günlerdir ekrandan naklen yayınlanan savaşı kaygı ve endişe ile izlerken dehşete kapılıyoruz. İnsanlığın tarihi boyunca gördüğü en büyük savaşlardan biri ilk günlerde televizyon ekranlarında bir savaş oyunu gibi yayınlanıyordu. Sanki o yağmur gibi yağan füzeler, bombalarla hayatı tehlikede olan ya da sarsılan küçücük çocuklar, hamile anneler, her an tansiyonu çıkabilecek, kalp krizi geçirebilecek hastalar, yaşlılar değilmiş gibi teknik, duygudan yoksun bir şekilde sunuluyordu. Günler geçtikçe savaşın acı, dehşet verici yüzü ortaya çıkmaya başladı. Hastanelerdeki yaralılar, saldırı biter bitmez ihtiyacını karşılamak için sokaklara çıkan ve tekrar sığınaklarına koşan insanlar, sığınaklarında oturmuş okullarından, oyunlarından uzak, ölüm yağdıran bombaların sesleriyle titreyen çocuklar da ekranlarda, gazetelerde görünmeye başladı. Ya madalyonun öbür tarafı, belki de hangi maksatla savaştığını bile tam kavramamış otoriteye boyun eğmiş askerlerin esir alındıktan sonraki görüntüleri. Benizleri sapsarı, korkuyla titreyen insanlar.

Saldıran da saldırılan da korku içinde

İnsan, zıtlıkları içinde barındıran bir varlık. İbretle, hayretle, şaşkınlıkla bu zıtlığı izliyoruz. Ezilen bir çiçek, kanadı kırık bir kuş, ağlayan bir çocuk için gözyaşı dökebilecek duygu potansiyeline sahip bir insan milyonların ıstırabına kayıtsız kalabiliyor. İyilik de güzellik de her insanın özünde var. Mesele kişinin özündeki güzellikleri ortaya çıkaracak ortamı hazırlamak. İnsanın insanca yaşaması, insanca düşünüp hissetmesi için toplumun mimarlarına büyük görevler düşüyor. Bir gönül mimarı binleri dostluğa, kardeşliğe, sevgiye, huzura götürürken bir diktatör yüz binleri, milyonları acıya, ıstıraba, vahşete, barbarlığa sürükleyebiliyor. Irak savaşı hemen yanı başımızda ve büyük boyutlu bir savaş. İnsanlık benzer felaketleri, acıları Afganistan’da, Yugoslavya’da, Bosna’da, Japonya'da Nagazaki’de Hiroşima’da Filistin’de, Keşmir’de ve diğerlerinde de çekti ve çekiyor. Bedenin bir azası hastaysa diğerlerinin ona acı ve ıstırapla katılmaması mümkün mü?

Şu anda sokaklara dökülüp savaşı protesto edenler kadar evlerinde televizyonları başındaki pek çok kişi de benzer acı duyguları yaşıyor.

Ayşe Hanım diyor ki: Bugün bir arkadaşın düğünü vardı, canım hiç gitmek istemedi, başka zaman olsa gitmeye can atardım. Evden dışarı çıkmadım. Kaygıyla televizyondan haberleri takip ettim.

Sema Hanım’ın duyguları da başka: Bugün (savaşın dördüncü günü) bir arkadaşa hasta ziyaretine gittik. Yolda çarşıda alışveriş yapan insanları gördüm. Herkes kendi derdinde gibi geldi. Orada insanlar ölürken biz kendi derdimizdeyiz. Gerçi orada da burada da hayat devam ediyor. Fakat suçluluk duygusu duydum. Savaşlar bazen uzun sürüyor. Böyle zamanlarda bizim elimizde olmayan savaşın acılarıyla yaşamasını da öğrenmemiz gerekiyor. Nasıl ki bedende bir aza hasta olursa diğerleri de ona acıyla karşılık verir, fakat bütün azalar fonksiyonunu yitirdiğinde o beden tamamen hayatiyetini kaybederse, biz de insanlık olarak hayatiyetimizi kaybetmemek için gayret etmek durumundayız.


Savaşın yüklediği stres, vazifelerimizi ihmal ettirmemeli

Duyarlılık, insanı insan yapan hasletlerin başında geliyor. Fakat duygu kadar akıl da önemli. Savaş hepimize belli bir stres yüklüyor ve bu stresle başa çıkmak için duygularımız kadar aklımızı da beraber kullanmak zorundayız. Kısaca stresle “duygusal odaklı başa çıkma” yerine “problem odaklı başa çıkma” yolunu denememiz lazım. Bizim hayattan elimizi eteğimizi çekmemizin acı çekenlere faydası yok. Fakat duygularımız ne yapmamızı gerektiriyorsa onu yapmamız gerekiyor. Her birimize insani yardım çalışmalarına destek vermek, karşı olduğumuzu göstermek, o bölgede yaşayan yakınlarımız varsa onlarla ilgilenmek gibi pek çok görev düşüyor. Günlük hayatın telaşı bunlara engel olmamalı. Fakat stresin depresif duygularımızı artırmasına, vazifelerimizi ihmal etmemize yol açmasına karşı da tedbirli olmamız gerekiyor. İnsan gülecek ağlayacak, kazanacak kaybedecek. Düğün de cenaze de, savaş da barış da hayatın bir parçası. Bunları hayatın bir parçası görmezsek insanlık daha büyük yara alacak. Savaş var diye insanlar ümitlerini kaybeder evini, işini sosyal vazifelerini ihmal ederse çocuklarımıza nasıl bir gelecek hazırlayabiliriz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder