2 Ocak 2011 Pazar

İran'da bir köy

20 yılını İran'da ve köylerde geçiren Avusturyalı antropolog Erika Friedl, bir dağ köyünde yaşayan kadınların öyküsünü anlatır.


Araştırma yapmak için mahallesine bile çıkmayan, 20 yıl aynı yerde tez yaptıran bölümlerin olduğu ülkemizde bu yayınlar önemli diye düşünüyorum. Türkiye ne kendi ülkesindeki araştırmalara ne de komşularımızda yapmamız gereken çalışmalara bir kuruş vermek niyetinde. Kimse de 20 yılını abuk sabuk araştırmalarla harcamayı sevmiyor zaten, koltuk kavgalarında geçen zamanlar daha önemli olduğundan bilimsel konuları boş ver! Üniversitelerdeki çekişmelerin kısırlığı içimi sızım sızım inletmiştir. Çalıntı tezlerde dünya birincisi olmaya aday ülkemizde akademik unvan merakı had safhada elbette. Ama ortada iş yok, merak yok, bilim adamı yok. Dünya listelerinde, makale atıf kategorilerinde görünmez durumdayız. Birçok çevrilen kitabın önünde araştırmacılar kurumlara, kişilere, vakıflara, üniversitelerine ya da devletin think-tank'lerine teşekkürlerini sıralayarak bizim çapsızlığımızın nedenlerine ışık tutuyorlar. Hiç olmazsa...

Kendi dişi tırnağıyla üretene saygı duyulsun dersiniz, o da yok! Bakalım sen bizden misin, değil misin sorgulaması var bu kez de. Hadi bakalım AB'ye girmek için dikdörtgen kafalarımızı bir yerlere vuralım arkadaşlar! İnsanın içi acıyor yazarken bunları. Gelen mailler, şikayetler ve dinlediğim fantastik kıskançlık öyküleri artık sinirimi bozuyor. Bir ömür böyle mi geçer?

İran'da köy yaşamına örnek olarak, araştırmaların akıcı bir dille sergilendiği "İran Köyünde Kadın Olmak" kitabı çok öğretici. Şah'a karşı yapılan ilk gösterilerin, devrim muhafızlarının tarih olduğu ve türkü, şarkı, müzik ve düğünlerdeki dansların devrimin işgüzar memurlarının gelişiyle gençlerin artık yaşamayacağı anılara döndüğü günlerden başlıyor. Köyün tarihinde ilk kez insanlar işsiz güçsüz kalıyor. Son on yılın yeni toplumsal düzeninin kadınlara yeni kapılar açmak bir yana eski kapıları da kapatacağı netleşiyor. "İran'daki kadınlar hiç bu kadar görünmez olmamışlardı." diyor yazar. "Varlıkları tartışılmaz elbet, hatta sessiz çoğunluğu onlar oluşturuyor. Ama neye benziyorlar, ne düşünüyorlar?" gibi sorulara cevap arıyor. İran kadınları hakkında yazarın değerlendirmesi size bizden birilerini hatırlatacak eminim: "Orta sınıf, eğitimli ve Batılılaşmış İranlı kadınların söyledikleri var. Başka herhangi bir kentli gibi bu kadınlar da en az köylerin kendisi kadar eski basmakalıp bir tutumla köylü kardeşlerine acımayla karışık bir küçümsemeyle bakıyorlar: Birçoğuna göre İran kadınlarının büyük kesimini oluşturan köy kadınları pis, aptal, ezilmiş, kafaları batıl inançlarla dolu ve ivedilikle aydınlatılmayı bekleyen bir topluluk". *

O nedenle onlarla yaşayan yazar kadınların tam bir yetkeyle donanmış kişiliklerini, onlar hakkında yazılmış değil, onların yazdığı öyküler olduğunun altını çiziyor. Kadınların kendi konumlarını nasıl gördüğünü anlamak isteği, kültürlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini ve yaşam felsefelerini hem kendi hayatlarını, hem yakınlarındakinin hayatlarını kurarken nasıl kullandıklarını kavramak çok büyük bir deneyim. Bir kadın kahramanın dediği insanın içine ok gibi saplanıyor: "Ancak ölü bir kadın özgür bir kadındır." Bizdeki en yaygın erkek esprisi ile bir yakınlık var aslında: "En iyi kadın ölü kadındır."

Köydeki doğal kültürel ve sosyal ortamı bile harap eden ideolojik İslamcı tavır birçok dramanın da altyapısı sanki. Sevgiler, nefretler, evlilikler, kıskançlıklar, dedikodular ve kaynana-gelin çekişmeleri ne kadar tanıdık gelecek size biliyorum. Kadınların sorunları aşmak için ürettikleri çareler de tanıdık elbette. Kocası Kuveyt'te çalışan Mahrokh'a cevap veren Sara'nın atasözü de ilginç: "Mutlu bir hayat: Yemeğini seçecek bir karının olmaması. Mutlu bir hayat: Cevap yetiştirecek bir erkeğinin olmaması." Köydeki kadınların eleştiri dozları ve cesaretleri inanın çok etkileyici.

Yaşamımız, sonsuz bir karanlıkla bir başka sonsuz karanlık arasındaki bir kıvılcım gerçekten.

(*) İran Köyünde Kadın Olmak, Epsilon Yay.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder